Sabrın Sonu IRONMAN
- daddycated

- 28 May 2020
- 4 dakikada okunur

Bu yazımda “ironman olmak nasıl bir iştir ?” diye merak eden sporsever arkadaşlarıma, genç yeteneklere ve maceraseverlere fikir vermek için yazıyorum.
En az altı ay ila bir yıl arasında bir zaman hazırlık ile geçer. Hazırlık dediysem, öyle kolay bir şey değil aslında.
Bu altı ay ila bir yıllık süreçte, üç farklı sporda yeterli düzeye ulaşmak için çalışılır. Bolca araştırma yapılır. Makaleler okunur. Tecrübeli kişilerden tavsiyeler alınır. Ama herşey kendi fizyolojinizi tanımakla başlar. Çeşitli kaynaklardan edindiğiniz tüm bilgileri bir program dahilinde kendiniz üzerinde dener ve kendinize uyarlarsınız. Bu bilgiler antrenman tekniği, fizyoloji, beslenme, toparlanma ve daha birçok konuda olabilir. Bunu yaparken esas olan sürekli ölçüm ile iyileşmenin izlenmesidir. Çünkü eğer uyguladığınız yöntemler belirli bir süre içerisinde bir ilerleme göstermenizi sağlamıyor ise muhtemelen size uygun değildir yada siz bir şeyleri yanlış yapıyorsunuzdur.
Tüm bunların yanında satın almanız gereken ekipmanlardan hiç bahsetmiyorum bile. Onlar da ayrı bir araştırma konusu.
Haftanın 6 günü antrenman yaparsınız. Her üç branş için, teknik antrenmanlar, hız antrenmanları ve dayanıklılık antrenmanları ayrı ayrıdır. Her branş için haftada ortalama ikişer gün bu antrenmanları yaparsınız.
Bazen, vücudunuza uzun bir bisiklet sürüşünden sonra koşuya geçmeyi alıştırmak için, bir antrenmanda iki branşı arka arkaya yaparsınız. Buna “Brick session” denir ki adından da anlaşılacağı üzere layıkıyla yapılırsa tuğla düşmüş gibi hissettirir.
Havuzda ayrı antrenman yapılır, açık su veya denizde ayrı antrenman yapılır. İkisi farklıdır. İkisine de alışkın olmak büyük avantaj sağlar.
Tüm antrenmanlara ek olarak güç antrenmanları yapılır. Çünkü bu kadar uzun bir savaşta vücüdun her bir kasının hazır ve güçlü olmaması sakatlık olmaması için gereklidir.
Bazen motivasyon düşer. Enerji olmaz. Bazen gününüzde değilsinizdir. Maalesef o gün dinlenemezsiniz. Kar, kış, soğuk, yağmur, mazeret olamaz. Bir yol bulunup o gün kaybedilmemelidir. Ironman hayat gibidir. Eğer siz gereken bedeli zamanında ödemezseniz acı çektirir. Bu yüzden, antrenman yaparken kendinizi kandırmamak önemlidir.
Sonuçta uzun bir zaman bu şekilde geçer. Eğer herşey yolunda gider ise o meşhur başlangıç çizgisinde olabilirsiniz. O çizgide olmak bile bir çeşit zaferdir aslında.
Orada olan herkesin gözlerinde aynı soruyu görebilirsiniz. Acaba hazır mıyım ?
Önünüzdeki yol tüm belirsizliği ile sizi bekler. Günün size ne gibi sürprizler hazırladığını merak edersiniz. Sıcak mı ? yağmur mu ? Rüzgar mı ? unutulan bir jel, güneş kremi, çorap yada ekipman mı ? Patlak bir lastik veya mekanik bir arıza mı ? yoksa allah korusun bir kaza yada sakatlık mı ? Hepsi birbirinden kötü…
Olabilecek aksilikler saymakla bitmez. Ama negatif olmaya yer yok. Kontrol edebileceğiniz her şeyi zaten tekrar tekrar kontrol ettiniz. Gerisini şansa bırakmaktan başka çare yok.
Başlangıç çizgisindeki duyguları ifade etmek gerçekten zor.
Gurur, endişe, cesaret, heyecan, adrenalin.
Sevdiklerinizi, size ilham olanları düşünürsünüz. Neden başladığınızı düşünürsünüz. Yarışı kafanızda defalarca yaşamaya çalışırsınız. Nerede ne yapacaksınız ? Ne zaman ne yiyip ne içeceksiniz ? ve daha bir sürü şey.
Sonra büyük an gelir…
Top atılır ve cehennem iplerinden boşanır. Artık sudasınızdır. Binlerce kişi ile birlikte. Kaosun ortasında. Su bulanıktır. Bazen burnunuzun ucundaki elinizi, bazen yüzünüze doğru gelen bir topuğu göremezsiniz. Bazen ayağınızdan çekerler. Bazen omuzunuza basarlar. Bazısı önünüzü kapar geçemezsiniz. Sakin kalmalısınız. Su bulanık olabilir ama kafanız berrak kalmalı. En tehlikelisi “ilerleyemiyorum” duygusudur. Eğer tepoyu arttırırsanız senkron bozulabilir. Fazla oksijen harcar yeterince alamazsınız. Kaslarınız şişer, kramplar başlar ve herşey bittiğinde sudan tükenmiş olarak çıkarsınız. Dört bin metreden bahsediyoruz. Mesafe olarak en kısa branş yüzme olmasına karşın bence yarışın en zor kısmıdır. Yüzme bittiğinde bende hep bir “geçmiş olsun bundan sonrası kolay” duygusu yaşanır.
İşte T1’e ulaştınız…
Ah o transition’lar… Her şey saat gibi olmalı. Çantalar, ekipmanlar ve tüm beslenme eksiksiz hazırlanmış olmalı.
Sonra bisiklettesiniz…
Parkuru önceden incelemiş olmalısınız. Neresi düz ? neresi yokuş ? eğim kaç ? Ne kadar uzun ? Nerede nasıl süreceğinizi düşünmüş olmanız lazım. Başlangıçta kendinizi iyi hissetseniz bile temponuza bağlı kalmanız lazım. Antrenmanda yapmadığınızı yarışta denememelisiniz. Vucudunuzdaki yakıtı ve beslenmenizi en optimum şekilde kullanmanız lazım. Erken basarsanız yarışın sonuna doğru yanarsınız. Bırakın dönsün pedallar. Siz tempoya odaklanın gözünüzü yoldan ayırmadan 180-185 kilometre süreceksiniz. Sabırlı olmanız lazım. En önemli şey beslenme ve sıvı alımı. Boşalan şişeleri değişmeyi asla unutmamalısınız. İstasyonlarda biraz yavaşlayın ve ihtiyacınız olanları alın. Plana uygun beslenmeyi ihmal etmemelisiniz.
Yeterli kalori alamazsanız bir süre sonra enerjiniz biter. Bisiklet üstünde uyuya kaldınız mı hiç ? Sonuç felaket olabilir. Bu işe başladığımda, böyle birşeyin olabileceği konusunda en ufak bir fikrim bile yoktu benim, ancak, birkaç antrenmanda uyuyakalmanın eşiğinden döndükten sonra fikir sahibi oldum. Hatta bir keresinde veledromda bisikleti kenara çekip uyumuştum yarım saat.
Yeterli elektrolit almazsanız kramplar başlar. Kramp giren bacaklarla yokuş çıkmak inanın hiç hoş olmayacaktır. Benim başıma geldiği için biliyorum. Tek bacak ile pedal çevirmek sürenize olumlu bir etki de yapmıyor zaten.
Tüm bu engelleri aşıp bu etabı da planladığınız gibi geçerseniz. Tebrikler…
Sabrın sonu maraton…
Yok daha selamete eremediniz ama küçücük bir 42 kilometrecik kaldı.
Önce T2 ve ardından koşmaya başlıyorsunuz...
Ben bisikletten indiğimde genelde iyi hissediyorum ve koşuya geçiş zor olmuyor. Sele’den kurtulma mutluluğu olsa gerek. Ama kilometreler geride kaldıkça o mutluluk da yavaş yavaş uçup gidiyor.
Maraton koşanlar bilir. “Asıl maraton 35’inci kilometrede başlar derler” ama ironman koşuyorsanız, ne kadar iyi hazırlandığınıza bağlı olarak korkarım biraz daha erken başlıyor maraton.
Yine en önemlisi temponuza sadık kalmak. Maraton başlı başına bir canavar iken siz aperatif olarak, 4 km yüzüp, 180 km bisiklet sürdünüz. Bu saatten sonra artık hiçbir maceraya yer yok. Beslenme bundan sonrası için de hayati derecede önemli. Özellikle koşarak tamamlamak istiyorsanız.
Kalori, tuz ve elektrolit kayıpları mutlaka yerine konulmalı. Aksi halde kramplar ve enerji kaybından, koordinasyon ve hatta bilinç kaybına kadar, her ironman yarışında yüzlerce insanın karşılaştığı, tatsız durumlar ile tanışmamak işten bile değil.
Evet eğer bu son etap da sizi yıkmaya yetmediyse tebrikler. Artık bir Ironman’siniz.
Tüm bu macera boyunca değiştiniz. Geliştiniz. Hayata ve aksiliklere bakışınız değişti.
Daha sabırlı ve dayanıklı bir insansınız artık. Muhtemelen hayatının kalanında daha planlı, kararlı ve disiplinli birisi olacaksınız.
Yine muhtemelen triatlona devam edeceksiniz.
Yemeğe yakıt diyecek, sabahları 4-5 gibi saatlerde kalkıp antrenman yapacak, iş yerinde su veya çay yerine izotonik içecek içeceksiniz. Öğlen aralarında yakındaki spor merkezinde yüzme antrenmanı veya fitness yapacaksınız. Her gününüz, iş antrenman aile veya arkadaşlar arasında koşuşturmaca ile geçecek.
Eş, dost ailenden sizi anlayan, saygı duyan da çıkacak, deli gözüyle bakan da…
Ama siz bileceksiniz.
Çünkü siz Ironman’siniz…



Yorumlar